Türkiye’de Yevmiye Ne Kadar? (Bir Felsefi Soru Olarak Emek, Değer ve Adalet)
Giriş: Filozofun gözüyle yevmiye
Bir filozof, “Türkiye’de yevmiye ne kadar?” sorusunu yalnızca ekonomik bir veri olarak değil, insanın emeğinin ontolojik değeri üzerine düşünülmesi gereken bir mesele olarak görür. Çünkü yevmiye, bir sayının ötesinde, toplumun emeğe biçtiği anlamın aynasıdır. Her ücret, bir hayatın zamanı karşılığında belirlenen bir değer ölçüsüdür; dolayısıyla bu sorunun cevabı yalnızca muhasebecinin değil, etikçinin, epistemoloğun ve siyaset filozofunun da alanına girer.
Ontolojik düzlem: Emeğin varlık anlamı
Ontoloji, “varlık nedir?” diye sorar. Bu bağlamda “yevmiyenin varlığı” da incelenmeye değerdir. Bir günün bedeli olan yevmiye, aslında zamanın metalaşmış biçimidir. İnsan, yaşamının bir gününü üretim sürecine kattığında, o gün artık kendi öz varlığından ayrılır ve piyasada alınıp satılabilir hale gelir. Yevmiye, zamanın varlıktan koparılmış bir parçasıdır. Heidegger’in “zamanın fırlatılmışlığı” kavramını anımsatan bu durum, modern insanın varoluşunu emeğe bağlayan kapitalist yapının temelidir.
Epistemolojik düzlem: Değerin bilgisine nasıl ulaşırız?
Bir toplum, “adil bir ücret”in ne olduğuna nasıl karar verir? Epistemolojik olarak, yevmiye bilgisi hem nesnel hem de öznel bir yapıya sahiptir. Nesnel çünkü belirli ölçütlere —asgari ücret, piyasa dengesi, meslek grubu— dayanır. Öznel çünkü her birey için “emeğinin değeri” farklı hissedilir. Bu nedenle Türkiye’de bir işçinin aldığı günlük ücret, bir felsefi bilme biçimidir: Toplumun kendi adalet anlayışını somutlaştırma biçimi. Peki, biz gerçekten emeğin değerini biliyor muyuz, yoksa sadece sistemin bize söylediğini mi tekrar ediyoruz?
Etik düzlem: Adaletin rakamsal ifadesi
Etik açıdan yevmiye, adaletin ölçü birimidir. Türkiye’de asgari ücret üzerinden hesaplanan ortalama günlük kazanç 2025 yılı itibarıyla yaklaşık 666 TL civarındadır. Ancak bu rakam, bir yaşamın etik karşılığını gerçekten ifade eder mi? Aristoteles’in “hakkaniyetli dağılım” ilkesiyle düşündüğümüzde, yevmiyenin sadece ihtiyaçları karşılaması değil, insanın onurlu bir yaşam sürmesini sağlaması gerekir. Bir ücretin etik anlamı, sadece yaşatmakta değil, yaşamı anlamlı kılmakta yatar.
Ekonomiden öte: Zamanın değeri
Bir günün değeri, sadece üretilen mala değil, harcanan zamana ilişkindir. Zamanın fiyatlandırılması ise etik bir ikilemi doğurur: Zamanı kim belirler? Patron mu, piyasa mı, yoksa bireyin kendisi mi? Türkiye’de ortalama bir işçi günde 8 saat çalışarak yaşamını sürdürürken, aslında 8 saatlik varlığını kiraya verir. Böylece “yevmiye” sadece ekonomik bir karşılık değil, varoluşsal bir ödün haline gelir.
Felsefi tartışma: Paranın metafiziği
Yevmiye, paranın metafiziğini de açığa çıkarır. Para, değer üretmez; değerli olan emeği temsil eder. Ancak bu temsil sürecinde bir simülasyon başlar: Gerçek değer, sembolik değere dönüşür. Bir işçinin yevmiyesi, onun topluma katkısından çok, piyasadaki arz-talep oranına göre belirlenir. Bu da Marx’ın yabancılaşma kavramını hatırlatır — insan emeği kendi ürününe, sonra da kendi zamanına yabancılaşır. O halde şu soruyu sormak gerekir: Yevmiyemiz, varlığımızın değeri mi, yoksa sistemin bize biçtiği fiyat mı?
Toplumsal bağlam: Türkiye’nin ücret epistemolojisi
Türkiye’de yevmiye, yalnızca ekonomik koşulların değil, toplumsal bilincin de bir yansımasıdır. Tarım işçisinin, fabrika çalışanının veya serbest meslek sahibinin günlük kazancı, bir toplumun emeğe duyduğu saygının ölçüsüdür. Eğer yevmiyeler düşükse, sorun sadece enflasyon değil, ahlaki bir eksikliktir. Çünkü emek, etik bir değerdir; sadece verimlilikle değil, adaletle ölçülmelidir.
Provokatif sorular:
- Bir günün bedeli, bir hayatın anlamını ölçebilir mi?
- Yevmiyenin adil olup olmadığını kim belirler: piyasa mı, vicdan mı?
- Emeğin değeri ölçülürken, insanın değeri azalıyor mu?
- Zaman satılabilir mi, yoksa sadece ödünç verilebilir mi?
- Yevmiye artarsa adalet artar mı, yoksa sadece enflasyon dengelenir mi?
Sonuç: Felsefi bir bilme biçimi olarak yevmiye
“Türkiye’de yevmiye ne kadar?” sorusu, sadece ekonomik değil, felsefi bir sorgulamadır. Çünkü her yevmiye, insanın kendi emeğiyle kurduğu ontolojik ilişkiyi yeniden tanımlar. Etik olarak adil bir yevmiye, bireyin onurunu korur; epistemolojik olarak doğru bir bilgi, toplumun kendine bakışını dönüştürür; ontolojik olarak ise emeği varlığın özüne yerleştirir. Türkiye’de yevmiye, yalnızca bir rakam değil, adaletin, emeğin ve insan onurunun somut bir göstergesidir. Ve belki de asıl soru şudur: Biz bir günü ne kadar satıyoruz — ve o gün, kime ait?